HEKİM HATASINDAN DOĞAN (MALPRAKTİS) TAZMİNAT DAVASI
KAHRAMANMARAŞ AVUKAT / TAZMİNAT DAVALARI
TIBBİ HATA (MALPRAKTİS) TAZMİNAT DAVASI NEDİR?
Tıpta hatalı uygulamalar, İngilizce “malpractice” sözcüğünün Türkçe okunuşuyla “malpraktis”, “hekimliğin kötü uygulanması”, “tıbbi kötü uygulama”, “uygulama hatası”, “tıpta yanlış uygulama” gibi çeşitli kavramlarla isimlendirilmekle birlikte en geniş olarak kabul gören ve kullanılan kavram “tıbbi hata”dır.
Türk Tabipler Birliğinin kabul ettiği 01/02/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının 13. maddesinde “Hekimliğin Kötü Uygulanması (Malpractice)” başlığı altında; “Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi” biçiminde tanımlanan tıbbi hata kavramı; Dünya Tabipler Birliğinin 44. Genel Kurulunun “Malpractice Bildirisi” olarak da bilinen sonuç bildirgesinde, tıbbi yanlış uygulama ile tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen hekimin hatasından kaynaklanmayan durumların birbirinden ayrılması gerektiği vurgulanarak; “a) Tıbbi yanlış uygulama; doktorun tedavisi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar, b) Tıbbi uygulama sırasında öngörülemeyen bilgi ya da beceri noksanlığı sonucu oluşan ise istenmeyen sonuçtur ve bunda hekimin sorumluluğu yoktur.” şeklinde tanımlanmıştır.
Hekim özen borcu nedeniyle en hafif kusurundan dahi sorumludur. Bu nedenle hastanın kusura katılımı yoksa hekim tüm zarardan sorumlu olup ayrıca sorumluluk için raporda kusur oranının belirtilmesi de gerekmez.
TIBBİ HATALAR (MALPRAKTİS) NELERDİR?
Hastanın ön muayenesinin eksik yapılması, anamnezinin (geçmiş bilgisi) ya hiç ya da gerektiği gibi alınmaması veya gerekli tetkiklerin yapılmaması, teşhis aşamasında gereken tıbbi müdahalenin hiçbir şekilde yapılmaması, ameliyat sırasında hastanın vücudunda yabancı madde unutulması, yanlış tedavi yöntemi seçilmesi, yanlış ilaç verilmesi, hastanın veya müdahale edilecek uzvun karıştırılması, müdahalenin ölçüsüz bir şekilde yapılması, hijyen kurallarına dikkat edilmemesi veya hatalı ameliyat tarzının benimsenmesi de uygulamada tedavi aşamasında görülen tıbbi hata örneklerindendir.
HEKİMİN TEDAVİ UYGULARKEN SORUMLULUKLARI NELERDİR?
Hekimin; teşhis yükümlülüğü, tedavi yöntemini belirleme ve uygulama yükümlülüğü, hastayı ve yakınlarını aydınlatma ve onamlarını alma yükümlülüğü, hastayı ve yakınlarını aldatmama ve yanıltmama yükümlülüğü, sır saklama yükümlülüğü, kayıt tutma yükümlülüğü ve tedavi sırasında özen gösterme yükümlülüğü vd. bulunmaktadır.
+Yargıtay 13. HD., 2016/10766 E., 2019/10896 K. ‘…Vekil, hastanın zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddütü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yol seçilmek gerekir. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil, BK 394/1(TBK 510) maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya bakılacak olursa; mahkemece dosyasındaki birbiri ile uyumlu iki adet rapor esas alınarak hüküm verilmiş ise de, raporlarda bebebeğin maksimum kaç kilo olması halinde sezeryan seçeneğinin düşünüleceği, önceki doğumun meydana geliş şekli, hastanenin doğum sırasında yeterli donanımının bulunup bulunmadığı, doktor tarafından tutulan kayıtların özenli tutulup tutulmadığı, tutulmamışsa bunun zarara sebebiyet verip vermediği hususlarında yeterli açıklamayı içermemektedir. O halde mahkemece, taraf itirazlarını karşılar mahiyette özellikle az yukarda bahsedilen hususları ve mahkemece alınan raporları da değerlendirir şekilde, üniversitelerin tıp fakültelerinde görevli konusunda uzman öğretim görevlilerinden oluşturulacak 3 kişilik bilirkişi heyetinden taraf ve yargı denetimine açık rapor aldırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…’
HEKİM İLE HASTA ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KAYNAĞI NEDİR?
Hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişki sözleşme, vekâletsiz iş görme, haksız fiilen ve kamu hastanelerinde hizmet kusurundan kaynaklı olmak üzere dört türlü olabilmektedir. Bunlar aynı zamanda hekimin sorumluluk nedenleridir.
Kişiye tıbbi müdahalede bulunulması amacıyla özel hastaneye başvurulması durumunda hukuki ilişki hastane ile hasta arasında kurulmaktadır. Özel hastanelerde sözleşme ilişkisi hastane ile hasta arasında kurulmakta ve hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi kurulmamaktadır. Bu nedenle hastane hekim ve diğer personelin hatasından sorumlu tutulmaktadır, burada hastanenin sorumluğu özel hukuka göre çözümlenecektir.
Kişinin tıbbi müdahalede bulunulması amacıyla kamu hastanelerine başvurması durumunda ise burada hastanenin sorumluğu idare hukukuna göre çözümlenecektir.
+Vekaletsiz İş Görmeden Kaynaklı Sorumluluk: Özellikle acilde çalışan hekimler için söz konusu olabilecek bu durumda hekim, bilinci kapalı olarak getirilen hastaya ilk yardımı uygulamış ve tedavi etmişse, hekimin bu yardım sırasında uygulanan tıbbi hekim hatasından dolayı sorumluluğu Türk Borçlar Kanunu’nun 527. maddesi vekâletsiz işgörme hükümlerine göre değerlendirilecektir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 527. maddesi uyarınca ‘Vekâletsiz işgören, her türlü ihmalinden sorumludur. Ancak, işgören bu işi, işsahibinin karşılaştığı zararı veya zarar tehlikesini gidermek üzere yapmışsa, sorumluluğu daha hafif olarak değerlendirilir’.
Bu durumda hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi kurulmamış olması hekimin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı gibi uygulayacağı tedaviyi aksatmasına da neden olamaz.
+Sözleşme (Vekalet, Eser vd. sözleşmeler) İlişkisinden Kaynaklı Sorumluluk: Kişinin tıbbi müdahalede bulunulması amacıyla özel hastaneye başvurması durumunda hukuki ilişki hastane ile hasta arasında kurulmaktadır. Özel hastanelerde sözleşme ilişkisi hastane ile hasta arasında kurulmakta ve hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi kurulmamaktadır. Bu nedenle hastane, hekim ve diğer personelin hatasından sorumlu tutulmaktadır. Burada hastanenin sorumluğu özel hukuka göre çözümlenecektir.
+Haksız Fiilden Kaynaklı Sorumluluk: Tıbbi tedavinin yanlış uygulanması sözleşme ilişkisinden kaynaklanmış olsa bile aynı zamanda zarar gören açısından haksız fiil teşkil etmektedir. Bu nedenle zarar gören haksız fiil ya da sözleşme sorumluluğuna dayanmak konusunda serbesttir. Zarar gören bu durumda zamanaşımı, kusurun kanıtlanması, yardımcı kişilerden sorumluluk ve diğer konularda her somut olayın koşullarına göre hareket etmelidir.
+Hizmet Kusurundan Kaynaklı Sorumluluk: Kişinin tıbbi müdahalede bulunulması amacıyla kamu hastanelerine başvurması neticesinde tıbbi tedavi ve teşhis konusunda hatalı işlemler halinde kamunun hizmet kusurundan söz edilebilecektir.
HEKİM HATALARINDA KAMU HASTANELERİNİN SORUMLULUĞU NELERDİR?
Kişinin tıbbi müdahalede bulunulması amacıyla kamu hastanelerine başvurması durumunda ise burada hastanenin sorumluğu idare hukukuna göre çözümlenecektir. Anayasanın 129/5. maddesi uyarınca ‘Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.’ Alınan hizmetler sonucunda hasta zarar gördüğü takdirde sadece kamu tüzel kişisi aleyhine idare mahkemesinde dava açılmalıdır. Bu durumda hekime doğrudan dava açılması mümkün değildir. Hekimin kusurunun tespiti halinde idare daha sonra ödediği tazminatı hekimden rücu edebilecektir.
+Danıştay 15. HD., 2014/5674 E., 2016/1586 K. ‘…Davacının özel hastanede ameliyat olması nedeniyle yapılan harcamalara ilişkin talep edilen maddi tazminat ve olay nedeniyle talep edilen manevi tazminat istemi incelenecek olursa; Dr. … …Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde EMG ve renkli doppler yapılamıyor olması nedeniyle, davacı başka bir merkeze yönlendirilmiş ve sonuçlarını 14 gün sonra getirmiştir. Davalı idarece düzenlenen inceleme raporu ve müdahil doktor ifadelerinden açıkça, davacının durumunun aciliyet arz etmesi nedeniyle anılan tetkiklerin yapılması için davacıların başka bir sağlık kuruluşuna sevk edilmediği, 14 gün sonra getirilen sonuçlar üzerine hastanın sevk edildiği hastanede ameliyatın yapılamaması nedeniyle, özel hastanede durumun aciliyetine binaen ameliyat olmak zorunda kalındığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Davacıdan ivedi olarak EMG ve renkli doppler istenmesi ile EMG ve renkli doppler için davacının başka bir sağlık kuruluşuna sevk edilmesi birbirinden farklı olgulardır ve idarece olayda doğru hareket tarzı seçilmemiştir. Ayrıca Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 26/07/2013 tarih ve 2912 sayılı raporunun da özel hastanede yapılan ameliyat ve tedavilerden sonra kurulda davacının muayene edilerek tanzim edildiği göz önüne alındığında, davacıda meydana gelen durum Adli Tıp Genel Kurulundan alınacak rapor üzerine, komplikasyon olarak kabul edilecek olsa bile, komplikasyonla mücadelede davalı idarenin üzerine düşeni yapmadığı anlaşıldığından, davacıların özel hastanede ameliyat olmak zorunda kalmaları nedeniyle yaptıkları harcamaların ve davacıların olay nedeniyle duydukları ızdırabın kısmen de olsa giderilebilmesi için manevi zararlarının tazmini gerekmektedir…’
KOMPLİKASYON NEDİR VE BU DURUMDA HEKİM SORUMLU TUTULABİLİR Mİ?
Komplikasyon; bir hastalığın devamı sırasında oluşan başka patolojik olaylar veya hastalıklar, ardıl sorun, karmaşıklık şeklinde tanımlanmaktadır.
Doktorun müdahale sırasında bilgi, beceri ve deneyim eksikliği olmaksızın standart uygulamayı, doğru teşhis ve tedaviyi özenli bir şekilde gerçekleştirmesine rağmen öngörülemeyecek ve engellenemeyecek şekilde ortaya çıkan, hekimliğin kötü uygulanmasından kaynaklanmayan zarar doğurucu durumları ifade etmektedir. Tıbbın kural ve gereklerine uygun davranıldığı halde hastanın veya doktorun elinde olmadan gelişen öngörülememiş ve engellenememiş zarar veya sonuç söz konusu ise komplikasyondan bahsedilir.
Kusursuz sorumluluğun kabul edilmediği ceza hukuku sistemimizde hekimin komplikasyon durumlarında sorumlu tutulabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle hekimin tazminat sorumluluğu da bulunmamaktadır. Ancak ortaya çıkan hasarın komplikasyon olması aydınlatma yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı gibi hastanın komplikasyonlar hakkında bilgilendirilmesi aydınlatma yükümlülüğünün bir gereğidir. Aydınlatma yükümlülüğünün usulüne uygun yerine getirilmemesi sorumluluk gerektirir.
+Yargıtay 13. HD., 2016/23372 E., 2019/12469 K. ‘…Vekil, hastanın zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yolu seçmek gerekir. Gerçekten de hasta mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil, TBK 510.md (BK 394. md) hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır. Diğer yandan, Biyotıp Sözleşmesinin 5. maddesinde “Rıza” konusu düzenlenmiş ve “… alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatını her zaman serbestçe geri alabilecektir” düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiş ve Dairemizin yerleşik uygulamalarına paralel düzenlemeler getirilmiştir. Salt yapılacak işleme rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir. Ancak bu rızanın da az yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Nitekim Hekim Etiği Yönetmeliği’nin 26. maddesinde düzenleme yapılmış ve “Hekim hastasını, hastanın … durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır.” düzenlemesiyle aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir.
Somut olayda, dosyaya kazandırılan Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’nun 02.12.2015 tarihli raporunda “ Dava konusu olayda kişiye glüteal bölgeden intramüsküler enjeksiyon yapıldığının anlaşıldığı, enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına neden olabileceklerinin tıbben bilindiği, bu durumun enjeksiyonların tekniğine uygun yapılması durumunda da daha önceden öngörülemeyecek ve önlenemeyecek arazlara sebep olabildiği, bu durumun her türlü özene rağmen oluşabilecek herhangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği, enjeksiyonun yapılış tekniği ve uygulanan bölgenin uyumsuzluğu yönünden tıbbi bir delil de tanımlanmadığından, tüm bulgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde, enjeksiyonu uygulayan … personeline ve enjeksiyon yapılma talimatı veren ilgili hekime herhangi bir kusur izafe edilemediği” yönünde görüş bildirilmiştir. Davacı, rapora karşı, hastanın rızası hususuna değinilmediği gerekçesi ile itiraz etmiş; mahkemece rapor doğrultusunda enjeksiyonun neden olduğu hasarın önceden öngörülebilecek bir komplikasyon olmaması nedeniyle, bu hususta … personeli tarafından hastanın aydınlatılmasının beklenemeyeceği, “aydınlatılmış onam” yükümlülüğünün ihlali ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bir zararın söz konusu olmadığı, böylece somut olayda hukuka aykırı bir durum gerçekleşmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Ne var ki; ortaya çıkan hasarın komplikasyon olması aydınlatma yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı gibi hastanın komplikasyonlar hakkında bilgilendirilmesi aydınlatma yükümlülüğünün bir gereğidir. Mahkemece, davacıların yapılan enjektör öncesi, enjeksiyonun sonuçları ve olası komplikasyonları konusunda bilgilendirildiğine ve davacıların bu işleme rıza gösterdiğine dair aydınlatılmış rızanın alındığına ilişkin aydınlatılmış onam düzenlenip düzenlenmediğinin araştırılarak, aydınlatılmış onamın alındığına dair ispat külfetinin davalı üzerinde olduğu da gözetilerek, hasıl olacak sonucu göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…’
STABİLİZASYON NEDİR VE BU DURUMDA HEKİM SORUMLU TUTULABİLİR Mİ?
Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğinin “Acil Servis Tarafından Yürütülecek İşlemler” başlıklı 24. maddesinin somut olaya ilişkin ikinci ve üçüncü fıkrası; acil servis, hastanın sosyal güvencesi olup olmadığına, bağlı bulunduğu sosyal güvenlik kuruluşunun nevine ve hastanın diğer özelliklerine bakmaksızın stabilizasyon sağlanıncaya kadar bütün tıbbi hizmetleri sunar.
Vakanın tedavisinin başka bir sağlık kuruluşunda sürdürülmesi, mevzuat veya bu kuruluşun tıbbî-teknik imkanları açısından zorunlu ise hastanın sosyal güvenlik durumuna en uygun kuruluş ile mutabakat sağlandıktan sonra tıbbî bakım ve tedavisine devam edilmesi için acil servis sorumlu tabibi merkezden sevk işleminin gerçekleştirilmesine stabilizasyon denilir.
İstikrar veya dengeleştirme olarak da ifade edebileceğimiz stabilizasyon, hastanın maruz kaldığı ve acil servise gelmesine sebep olan tıbbi rahatsızlığının belli ölçüde giderilip vücut dengesinin yeniden sağlanması, rahatsızlığının ilerlemesinin durdurulması, vücut fonksiyonlarının sabitleştirilerek aynı kararda devam edecek hale getirilmesi, daha ileri müdahale gerektiren durumlarda o müdahale yapılıncaya kadar hastaya tıbbi destekte bulunularak hastanın dengede tutulması ve yeni komplikasyonlar doğmasına engel olunmaya çalışılması anlamlarına gelmektedir. Acil servis görevlilerinin, acil bir tıbbi vaka nedeniyle acil servise gelmiş bir hastaya, sosyal güvencesinin olup olmadığını ve diğer özelliklerini nazara almadan stabilizasyonu sağlanıncaya kadar bütün tıbbi hizmetleri sunmaları zorunludur aksi halde hekimin sorumluluğu doğacaktır.
TIBBİ UYGULAMA HATASINDA HEKİMLERİN CEZAİ SORUMLULUĞU NELERDİR?
Kasıt halinin olmadığı durumlarda hatalı hekim uygulamasından kaynaklı olarak meydana gelen sonuca göre taksirle yaralama, taksirle öldürme ve görevi kötüye kullanma suçları oluşabilecektir.
Taksirle işlenen suçtan kaynaklanan netice failin hareketi olmasaydı gerçekleşmeyecek denilebiliyorsa bu durumda nedensellik bağının varlığı kabul edilir. Örneğin failin taksirli hareketi olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği sonucuna varılıyorsa nedensellik bağının var olduğu kabul edilecektir. Taksirli suçlarda aranacak olan objektif isnat edilebilirlik, dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda neticeye neden olunmasıdır. Fail gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olsaydı netice gerçekleşmeyecekti denebilirse bu takdirde netice faile isnat edilebilecektir.
5237 sayılı TCK’nun 257/2. maddesinde düzenlenen suç ise, genel kast ile işlenebilen bir suçtur. Yani, ihmali davranışın bilerek ve isteyerek gerçekleştirilmesi gerekir. Görevle bağlantılı yükümlülüğün ihmali sonucunda şayet bir kişi ölmüş veya yaralanmış ise kişi artık görevi kötüye kullanma suçundan dolayı cezalandırılamaz. Bu durumda, ihmali davranışla işlenmiş öldürme veya yaralama suçunun oluştuğunu kabul edilmektedir.
Görevi ihmal suçunun oluşabilmesi için, görevin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstermek tek başına yeterli olmayıp ihmali hareket yüzünden kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması gerekir. Buna göre kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetini sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 04.11.2014 tarih ve 277-476 sayılı ilamında da, 5237 sayılı Yasanın 257. maddesinde düzenlenen suçun, bir ‘zarar suçu’ olduğuna vurgu yapılmıştır.
+Yargıtay CGK, 2017/271 E., 2017/278 K. ‘…Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Olay günü saat 11.25 sıralarında inceleme dışı sanık Enver İleri’nin yönetimindeki kamyon ile kavşak çıkışına geldiğinde, sağ tarafından karşıdan karşıya geçmek üzere yola giren 76 yaşındaki yaya …’a çarptığı, Erciş Devlet Hastanesi acil servisine yaralı olarak getirilen …’a ilk müdahalenin nöbetçi doktor olan sanık tarafından yapıldığı, röntgen çekilmesine, serum takılmasına ve açık olan yaralar için pansuman yapılmasına karar veren sanığın, ağrılarından şikâyetçi olan ve bir defa da kusan …’ı serumu bittikten sonra taburcu ettiği, yakınları tarafından ayaklarından ve omuzlarından tutularak araca bindirilen …’ın eve gittikten çok kısa bir süre sonra bilincini kaybetmesi üzerine tekrar hastaneye getirildiği, sanık tarafından yapılan müdahalelere rağmen hayatını kaybettiği olayda;
…’ın ölümünün trafik kazasına bağlı kaburga, kalça, kafatası, köprücük kemiği kırıkları ile birlikte iç organ yaralanması ve bunlara bağlı gelişen komplikasyon sonucu meydana geldiğine dair Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 17.02.2006 tarihli raporu; sanığın tıbbın gereklerini yapmaması sebebiyle kusurlu olduğuna ancak bu kusurlarının kaza ile …’ın ölümü arasındaki illiyet bağını kesmediğine ilişkin Yüksek Sağlık Şurası kararı ve kırıkların tespit edilememesinin eksiklik olduğuna ancak kişide tespit edilen travmatik değişimlerin ağırlıkları ve kişinin yaşı da dikkate alındığında, zamanında tespit edilip uygun tedaviye başlanması durumunda dahi kurtulmasının kesin olmadığına dair Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 13.03.2013 tarihli raporu birlikte değerlendirildiğinde; sanığın davranışları ile meydana gelen ölüm neticesi arasında nedensellik bağının kesin olarak belirlenemediği, bu nedenle sanığın meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulamayacağı, bununla birlikte Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğinin 24. maddesinin 2 ve 3. fıkraları gözetildiğinde sanığın, genel beden travmasına ve çoklu kemik kırıklarına maruz kalmış öleni stabilizasyonu sağlanıncaya kadar ve tıp çevrelerinde genel olarak kabul gördüğü şekilde yirmidört saat müşahede altında tutması veya başka bir sağlık kuruluşuna sevk etmesi gerekirken, beş saat sonunda taburcu ederek evine göndermesi suretiyle görevinin gereklerini yerine getirmekte ihmal gösterdiği, bu haliyle eyleminin TCK’nun 257/2. maddesinde düzenlenen görevi ihmal suçunu oluşturduğu ve bu suçtan mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, sanığın eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu kabul edilerek TCK’nun 85/1. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır…’
HEKİMİN SORUMLULU OLUP OLMADIĞINA İLİŞKİN RAPOR NEREDEN ALDIRILMALIDIR, ALINAN RAPORA İTİRAZ HALİNDE NE YAPILMALIDIR?
Uygulamada genel olarak hekimin sorumluluğunun tespiti konusunda raporlar İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinden alınmaktadır. Alınan rapora itiraz halinde ise üniversitelerin ana bilim dalından itirazları karşılayan, konusunda uzman, akademik kariyere sahip 3 kişilik bilirkişi kurulundan rapor aldırılmalıdır.
+Yargıtay 13. HD., 2017/3767 E. , 2020/2662 K. ‘…Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan alınan raporun sonuç kısmında, dava konusu olayda davalı hekimin uygulamalarının tıp bilimince genel kabul görmüş ilke ve kurallara uygun olduğu, ayrıca kişinin doğum esnasında yaşadığı … problemleri ve bebekteki gelişim geriliği ile davalı hekimin eylemleri arasında tıbben nedensellik bağının bulunmadığı, ilgili … çalışanlarına atfı kabil kusur bulunmadığı şeklinde görüş bildirilmiştir. Davacılar bilirkişi raporuna itiraz ederek yeniden rapor alınmasını istemişledir. Mahkemece, davacıların rapora itirazları karşılanmadan hüküm tesis edilmiştir. O halde, Mahkemece; üniversitelerin ana bilim davalından, davacıların itirazlarını karşılayan, konusunda uzman, akademik kariyere sahip 3 kişilik bilirkişi kurulundan, davalıların teşhis ve tedavide gerekli özen ve dikkate gösterip göstermediği, hastanın takibinin tıp kurallarına uygun şekilde yapılıp yapılmadığı, yapılan işlemlerin tıp bilimi açısından yeterliliği tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda davalıların sorumluluğunu gerektirecek ihmal ve hata bulunup bulunmadığı hususlarını gösteren, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmak suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekmektedir. Mahkemece, değinilen bu yön gözardı edilerek eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…’
HEKİMLER, YARDIMCI KİŞİLER, HASTANE VE HASTA ARASINDA SORUMSUZLUK ANLAŞMASI YAPILABİLİR Mİ?
Türk Borçlar Kanunu’nun 115. maddesi uyarınca ‘Uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan anlaşma kesin olarak hükümsüzdür’.
Türk Borçlar Kanunu’nun 116. maddesi uyarınca ‘Yardımcı kişilerin fiilinden doğan sorumluluk, önceden yapılan bir anlaşmayla tamamen veya kısmen kaldırılabilir.
Uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun yardımcı kişilerin fiillerinden sorumlu olmayacağına ilişkin anlaşma kesin olarak hükümsüzdür’.
Söz konusu maddeler uyarınca hekimlerin, yardımcı kişilerin ve hastanelerinin kusurundan sorumlu olmayacaklarına ilişkin sorumsuzluk anlaşması yapılamaz. Yapılan anlaşma geçersiz olacaktır.
YARALAMA HALİNDE HASTANIN VE YAKINLARININ TAZMİNAT HAKLARI NELERDİR?
Tıbbi hekim hatası sonucu malül kalan (sakatlanan) kişinin kendisi maddi tazminat açabilmektedir. Maluliyet halinde sürekli iş göremezlik, geçici iş göremezlik, bakıcı gideri ve tedavi gideri zarar kalemleri her somut olayın şartlarına göre istenebilecek maddi tazminatlardandır.
Hastanın yaralanması (malul kalması) halinde eşlerinin, çocuklarının, kardeşlerinin, anne ve babalarının ise maddi tazminat hakları olmamakla birlikte manevi tazminat davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu hususta dava hakkı ve tazminat miktarı her somut olayın durumuna göre değişmektedir.
ÖLÜM HALİNDE HASTA YAKINLARININ TAZMİNAT HAKLARI NELERDİR?
Tıbbi hekim hatası sonucu ölüm durumunda müteveffanın yakınları (anne, baba, çocuk, eş) maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Kardeşler ise müteveffadan destek aldıklarını ispatlayamadıkları sürece sadece manevi tazminat davası açabilirler. Bu hususta dava hakkı ve tazminat miktarı her somut olayın durumuna göre değişmektedir.
TIBBİ HEKİM HATASI HALİNDE ZAMANAŞIMI SÜRESİ NE KADARDIR?
Taraflar arasında sözleşme ilişkisinin olduğu durumlarda Türk Borçlar Kanunu 147. madde uyarınca 5 yıllık zamanaşımı uygulanacaktır. Ancak tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır. Bu durumda ölüm halinde uzamış ceza zamanaşımı 15 yıl, yaralama halinde ise 8 yıl olarak uygulanacaktır.
İdareye karşı açılacak davalarda ise İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesi uyarınca idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir.
+Yargıtay HGK., 2017/778 E., 2019/329 K. ‘…Haksız fiil sorumluluğunda kanun koyucu sübjektif ve kısa mahiyette, bir yıllık (BK. m 60- TBK m. 72’de ise iki yıllık) zamanaşımı öngörmüş ve her halükarda “zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz” diyerek objektif, uzun zamanaşımını benimsemiştir. Sözleşmeden doğan sorumlulukta ise zamanaşımı kural olarak alacağın muaccel olmasından itibaren on yıldır (BK 125, TBK 146), vekâlet sözleşmesinin de dâhil olduğu kimi hâllerde ise bu süre beş yıldır (BK 126/4, TBK 147/5). Bu nedenle, sözleşmeye dayanan tazminat talebinin tabi olduğu zamanaşımı süresi, haksız fiile ilişkin olandan uzunca bir süre önce işlemeye başlamadığı takdirde veya somut olaydaki sözleşme için genel zamanaşımı süresinden farklı daha kısa bir süre öngörülmediği müddetçe ya da aynı zamanda suç teşkil eden haksız fiilin tabi olduğu ceza davası zamanaşımı süresi on yıldan uzun olmadığı sürece, zarar gören için sözleşmeden doğan sorumluluğa dayanmak daha elverişli olacaktır. Zira haksız fiil sorumluluğunda bir yıllık kısa, subjektif zamanaşımı süresi zarar görenin zararı ve tazmin yükümlüsü kişiyi öğrendiği tarihten, on yıllık mutlak süre ise zarar verici fiil veya olayın vukuundan başlar (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8. baskı, İstanbul 2003, s.797). Ancak aynı fiilin hem sorumluluğu kuran, hem de ceza kanunlarına göre suç teşkil eden mahiyette olduğu hâllerde, bu fiile ceza kanunlarınca daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüş ise, tazminatın daha ağır bir müeyyide olan cezalandırmadan daha önce zamanaşımına uğraması tutarlı bir çözüm olmayacaktır. Kanun koyucu bu sebeple ve uyum sağlamak amacıyla ceza dava zamanaşımı devam ettiği müddetçe tazminat iddiasının da ileri sürülebilmesini BK’nın 60/2 maddesindeki “Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.” düzenlemesi ile olanaklı hâle getirmiştir.
Yeri gelmişken ceza zamanaşımı süresinin hem bir hem de on yıllık zamanaşımı süresi yönünden uygulanacağını da belirtmek gerekir (Eren; s. 800).
Yine, sözleşmeye aykırılık kural olarak sözleşmenin tarafına yönlendirilebilecekken, haksız fiil sorumluluğunda asıl faille birlikte zararın gerçekleşmesine katkıda bulunan kişiler de müteselsil olarak sorumlu tutulabileceklerinden (BK 50, TBK 61) kimi hâllerde zarar görenin tazminat talebini daha fazla kişiye karşı ileri sürme imkânı elde edebilmesi bakımından haksız fiile dayanması daha lehine sonuç doğurabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde;
Davacı …’ın gebelik takibi davalı doktorun muayenehanesinde yürütülmüş, doğumun başlaması üzerine davacı önceden doğumun yapılacağı kararlaştırılan davalı hastaneye yatmış, doğum, aynı günün akşamında 18.03.2006 tarihinde gerçekleşmiştir. Dosya içerisindeki tıbbi dokümanlardan bebeğin davalı hastanede doğduktan sonra durumunun ağırlaşması üzerine Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesine (GÜTF) sevk edildiği, doğumda asfiksi (havasız kalma) nedeniyle organ yetmezliği oluşması ihtimaline binaen burada takibe alındığı, 24.04.2006 tarihli radyolojik tetkik raporuna göre böbreklerde parankimal herhangi bir sorun tespit edilememişken, “Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Epikirizi” başlıklı belgede kesin tanı asfiksi olarak konulmuş, bebeğin epilepsi bulguları gösterdiği ve belirgin şekilde her iki böbrekte parankim ekojenitesinin ileri derecede arttığı rapora işlenmiştir.
Davacı anne ve baba davalı doktorun hastaneye gelmekte gecikmesi, müdahalede geç kalınması ve ihmalkâr davranışlar sergilenmesi gibi sebeplerle olayda davalıların kusur ve sorumluluklarının bulunduğunu ispatlayabilmek için 11.04.2006 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2009/91 Esas sayılı dosyasında yapılan kovuşturmada sanık doktor kendisine atfedilebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı savunmuş ise de alınan İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 06.01.2012 tarih ve 169 nolu nihai raporunda davacı, Demir bebekteki asfiksiye bağlı böbrek hasarının davalı doktorun kusurlu tıbbi uygulamasından kaynaklandığının ve hasarın gelişen durum özelliği nedeniyle ilerleyen yıllarda da maluliyet oranını yeniden değerlendirilmesi gerektiğinin tespit olunması üzerine sanık doktor hakkında açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hüküm 07.06.2012 tarihinde tesis edilmiştir.
Davacılar BK anlatımıyla alacağın muaccel hâle geldiği tarihten itibaren beş yıl içerisinde sözleşmeye aykırılık iddiasıyla tazminat isteminde bulunmak yerine, öncelikle ceza kanunu önünde davalı doktorun eylemlerinin kusurlu olduğunu ve meydana gelen zarar ile bu kusur arasında illiyet bağının bulunduğunu tespit etmiş, hemen akabinde 09.10.2012 tarihli dava ile doktor ve BK 50. maddesi hükmüne göre doktorla birlikte sorumlu olan hastanenin haksız fiillerinden doğan zararlarını tazmin etmelerini talep etmiştir. Dava dilekçesinde açıkça davalıların suç teşkil eden hukuka aykırı eylemleri nedeniyle doğan zararlarının tazmini istenerek haksız fiile ilişkin BK 41 ve devam hükümlerine dayanıldığı gibi, kusurlu eylem aynı zamanda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 89. maddesinde düzenlenen ve 66/1-e maddesi gereğince kamu davası sekiz yıllık zamanaşımına tabi olan taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçuna vücut verdiğinden BK’nın 60/2 maddesi hükmü açıkça davacılar lehinedir.
Hâl böyle olunca taraflar arasında vekâlet hükümlerine tabi sözleşme ilişkisi bulunmakla birlikte, davalı doktorun eylemi aynı zamanda suç teşkil eder mahiyette de olduğundan, yukarıda ayrıntıları ile açıklandığı üzere sözleşme sorumluluğu ve haksız fiil sorumluluğunun somut olayda yarıştığı ve dava tarihi itibariyle BK 60/2 maddesi hükmü gereğince Zamanaşımının gerçekleşmemiş olduğu tartışmasızdır.
Özel Daire bozma kararında da bu hususa işaret edilmiş ise de, kararda “Davalılardan doktor hakkında Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2009/91 esas sayılı dosyasında bu olay nedeniyle mahkûmiyet kararı verildiği anlaşılmaktadır” denilmiş olması, ceza kovuşturmasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinin sabit olması karşısında, dosya içeriği ile tam örtüşmemektedir. Ancak bu yanılma işin esasına ve varılan sonuca etki edecek mahiyette sayılamaz. Zira tazminat davalarında BK 60/2 hükmünün işlerlik kazanabilmesi için haksız fiilin suç teşkil eder mahiyette olması yeterli olduğundan, ayrıca ceza davası açılması veya fiilin mahkûmiyet ile cezalandırılması aranmaz. Yine yürürlük tarihi itibariyle somut olayda 818 sayılı BK hükümlerinin uygulanacağı açık olup, bozma kararında 6098 sayılı TBK’nın 72. maddesine atıf yapılmış olması da maddi hata olarak değerlendirilmiş, işin esasına etkili görülmemiştir.
Sonuç itibariyle yerel mahkemece davalıların zamanaşımı defî yerinde görülmeyerek işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme hükmünün yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmasına karar vermek gerekmiştir…’
HEKİM HATALARINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME HANGİSİDİR?
Hekim hatası nedeniyle sözleşme ilişkisine dayanılarak açılacak davalarda görevli mahkeme Tüketici Mahkemeleridir.
Hekim hatası nedeniyle özel hastaneler ve özel muayeneleri olan doktorlar aleyhine açılacak davalarda görevli mahkeme aynı şekilde Tüketici Mahkemeleridir.
Kamu hastaneleri, şehir hastaneleri, devlet üniversiteleri, vakıf üniversiteleri, aile sağlık merkezlerine karşı açılacak davalarda ise görevli mahkeme İdare Mahkemeleridir.
Kamu hastanesi olsa dahi hekimin ya da yardımcı personelin kişisel kusurundan doğan davalar adli yargı yerinde görülür.
Bilindiği üzere kamu, özel sağlık kuruluşları ya da muayenehanesinde mesleğini uygulayan bütün hekimler, diş hekimleri ile tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar yasa gereği zorunlu mesleki sorumluluk sigortası yaptırmak zorundadır. Bu nedenle sigorta şirketleri aleyhine açılacak davalarda görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemeleridir.
Tıbbi hekim hatasından kaynaklı davalarda davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi ile işin veya işlemin yapıldığı yer mahkemesi yetkilidir. Davalı birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir. Ayrıca Hukuk Muhakemeleri Kanunu 16. madde uyarınca, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir. Bu konuda davacının seçimlik hakkı bulunmaktadır.